• https://www.facebook.com/barantursun.v?ref=bookmarks
  • https://twitter.com/BaranTursunVakf
BARAN TURSUN VAKFI
VİDEOLAR
Site Haritası
Polis dosyası

122-Merve Erçetin Erzurum



Erzurum Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'nde görevli polis memuru Ekrem Özdemir yolda kız arkadaşı Merve Erçetin'i Mustafa Gökçe'yle yürürken gördü. Bunun üzerine yanlarına giderek Erçetin'e diz çöktürerek tabancasıyla ensesine ateş ederek genç kızı öldürdü.

121-Hasan Latif Kaplan-İstanbul


121-Hasan Latif Kaplan:20.09.2012 günü İstanbul Bağcılar'da eşine şiddeten gözaltına alınan 35 yaşındaki Hasan Latif Kaplan, götürüldüğü Bağcılar Asayiş böro amirliğinde, avukat görşme odasında asılı bulunudu. Baba Mustafa Kaplan:"Oğlum intihar etmedi, karakolun içinde öldürüldü" dedi 

D U Y U R U

Sabire Yaman / İstanbul

Erol Postacı /İstanbul

Baran Tursun / İzmir
İ.Halil Çoban / Ş.Urfa

Murat Konuş / İstanbul

Mehmet Uytum / Cizre

Şerzan Kurt / Muğla
Ceylan Önkol / Lice

Serkan Cedik / Bursa

Adnan Karakaş / Adana

Ahmet Sargın / Sakarya

Yahya Mnekşe / Şırnak

Özge Keyikçi / Kütahya

Uğur Kaymaz / K.Tepe

Aydın Erdem / D.Bakır

Enes Ata / D.Bakır

Çağdaş Gemik / Antalya

BARAN TURSUN DOSYASI

MAKALELER



 


  

 

 

 

Baran Tursun Adalet Akademisi

BARAN TURSUN ADALET AKADEMİSİ ---  

Uluslararası insan hakları çerçevesine uyumlu faaliyet gösterecek Baran Tursun Adalete Erişim Akademisi, bundan sonra da Avrupa Birliği fonlarıyla finanse edilecektir.

http://www.baransav.com/?pnum=703&pt=Stratejik+Plan+belirleme+%C3%A7al%C4%B1%C5%9Ftay%C4%B1


 

112 Er Selman Pınar-Batman


Er Selman Pınar 29.04.2012 günü Batman'da polis tarafından gözaltına alındıktan sonra ölü bulundu

111-Hacı Zengin İstanbul


Polis cinayeti no: 111, kurban: Hacı Zengin, Yer:İstanbul ///// İstanbul’da, polisin attığı biber gazı kapsüllerinin kafasına isabet etmesi sonucu kaldırıldığı Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde hayatını kaybetti.

110-Kamile Özbek- Adana


Adana'da, 14 Eylül 2011'de Kamile Özbek'in, evinden ayrıldıktan sonra bir daha dönmediğini ve kendisinden haber alamadıklarını söyleyen kızı, polise başvurdu.

Yapılan araştırmada Kamile Özbek’i öldürenin Fatih Yurdakonar adında görevli polis memuru olduğu ortaya çıktı. Kadının evinin tapusunu üstüne geçiren, bankadaki paralarını da alan 19 yıllık polis Fatih Yurdakonar tutuklandı

109 Ayşe Al D.Bakır


15 Şubat günü merkez Bağlar İlçesi E Tipi Cezaevi üst köşesinde polis panzerinden sıkılan tazyikli su ile yere düşüp başını kaldırıma çarpan ve beyin kanaması geçiren 75 yaşındaki Ayşe Al, yaşamını yitirdi. 15 Şubat'tan bu yana Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde tedavi gören Al'ın sabah saatlerinde yaşamını yitirdiği öğrenildi.

108.Mahir Zorbey Aydın


Mahir Zorbey, 04.03.2012 günü, Aydın'da polis tarafından öldürüldü. Cinayete tepki gösteren Zorbey'in dedesi İbrahim Demirkaya, "Torunum, bilerek kasıtlı olarak vurulmuştur. Eğer polis düştüğünde tabanca ateşlenmişse, kurşun yere yakın seyrederdi. Nasıl olur da, kurşun 1 metre 75 santimetre sekip başına isabet eder. Hukuki mücadelemizi sürdüreceğiz" dedi.    Devamı oku..

107-Perihan Aktaş Manisa


Manisa’nın Sarıgöl ilçesinde oturan 53 yaşındaki Perihan Aktaş, evinin önünde polis tarafından öldürüldü. Aktaşı öldüren polis teslim oldu 

105-Ali Sapan ANKARA

ANKARA / 10.11.2011: Altındağ’da görevli polis memuru Veli Akpan, önce evinde eşi Yasemin Akman'ı ve kayınvalidesi Hacer Ağlayan'ı, daha sonra görev yaptığı birimdeki amiri Ali Sapan'ı tabancayla vurdu. Polis memurunun eşi ve amiri hayatını kaybederken, kayınvalidesi yaralı olarak hastaneye kaldırıldı

104-Yasemin Akpan ANK.

ANKARA / 10.11.2011: Altındağ’da görevli polis memuru Veli Akpan, önce evinde eşi Yasemin Akpan'ı ve kayınvalidesi Hacer Ağlayan'ı, daha sonra görev yaptığı birimdeki amiri Ali Sapan'ı tabancayla vurdu. Polis memurunun eşi ve amiri hayatını kaybederken, kayınvalidesi yaralı olarak hastaneye kaldırıldı

103-Yeşim Çelik -İstanbul


Yeşim Çelik: Polisin 103. Kurbanı. KÜTAHYA Dumlupınar Üniversitesi öğrencisi Yeşim Çelik (23) 20 Şubat 2011’de yeni tanıştığı İstanbul Bağcılar’da görevli polis Salih Kaya tarafından vurularak öldürüldü. Polise göre Yeşim intihar etmişti, ama yapılan incelemede polis tarafından öldürüldüğü kesinleşti

90-Çağdaş Gemik Dosyası


17 yaşında ki Çağdaş Gemik, Antalya’da bir arkadaşıyla bisikletiyle gezerlerken, gündüz vakti polisin dur ihtrına uymaığı gerekçesiyle açılan ateş sonucu hayatını kaybetti. 
95-H.İbrahim Oruç D.bakır


Halil İbrahim Oruç: polisin silahından çıkan kurşunla ölen; silahın polis, failinin ise belirlenemeyen  polisin sorumlu olduğu 95. Ölüm olayıdır.  Halil İbrahim Oruç, polisin silahından çıkan kurşunla hayatını kaybetti. 
96-Kazım Şeker D.Bakır


KAZIM ŞEKER: Bismil'de polis kurşunu ile öldürülen lise öğrencisi Halil İbrahim Oruç'un katillerinin bulunması talebiyle bir yürüyüş yapıldı. Polis yapılan yürüyüşe orantısız güç kullanarak saldırıya başladı.  Atılan gaz bombalarından etkilenen Kazım Şeker (60) isimli yurttaş yaşamını yitirdi.

 

100.M.Şirin Çiftçi D.Bakır


 M.Şirin Çiftçi: 2007 yılı PVSK’dan sonra failin polis olduğu 100. Ölüm olayı; Diyarbakır'ın merkez Sur İlçesi Cemal Yılmaz Mahallesi'nde, polisler, Mehmet Şirin Çiftçi (20) adlı yurttaşı kapısının önünde ateş ederek öldürdü. Dosya oku..

 

98.Metin Lokumcu / Hopa


Metin Lokumcu: Bu olay PVSK’dan sonra ki polisin sorumlu olduğu 98. Ölüm alayıdır. Metin Lokumcu polislerin vurduğu sert darbeler sonucu hayatını kaybettiği söylendi. Devamı oku..

99.Doğan Teyboğa Silopi


Doğan Teyboğa: 2007  yılında yürürlüğe giren PVSK’dan sonra polisin sorumlu olduğu 99. Ölüm olayı; Şırnak’ın Silopi İlçesi'ndeki gösteriye müdahale eden polisin kullandığı gaz bombası Doğan Teyboğa'nın ölümüne neden oldu. Devamı oku..

 

92-Volkan Polat / İstanbul


VOLKAN POLAT: 6 Nisan 2006 günü Polat, arabası ile gitmekteyken, Sivil araçla Polat’ı kovalayan polisler arkadan ateş ederek aracın lastiklerini patlatmış, ardından yanına geldikleri Polat’ı göğsünden vurarak öldürmüşlerdi.
97-Enver Turan / Hakkari


Enver Turan:15 yaşında ki Enver Turan kolluğun orantısız güç kullanması sonucu hayatını kaybetti.  23 Şubat 2010'da Hakkâri’de çıkan olaylarda, bir uzman çavuşun açtığı ateş sonucu hayatını kaybeden Enver Turan’ın (15)  davası Hakkari’den Yozgat’a alındı.  
94-Tuba Korkmaz / Tunceli


TUBA KORKMAZ TUNCELİ’de polis memuru nişanlısının tabancasıyla intihar ettiği söylenen üniversite öğrencisi 21 yaşındaki Tuğba Korkmaz’ın yapılan otopsisinde intihar etmediği ve cinayete kurban gittiği yönünde deliller elde edildi.  

 

91-Çiğdem Şahin / İzmir

 


ÇİĞDEM ŞAHİN: Gaziantep'ten İzmir'e geldi ve İzmir'de çevik Kuvvet'te görevli polis Anıl .K.G. ile görüştü, daha sonra görüştüğü polisin silahıyla şakağından vurulmuş halde bulundu. 

89-Özge Keyikçi / Kütahya


ÖZGE KEYİKÇİ: 17 Ekim 2009 günü,  Kütahya'nın Çavdarhisar ilçesinde bir köy düğününde polis memurunun tabancasının ateş alması sonucu Özge Keyikçi hayatını kaybetti. 

88-Sabir Yaman / İstanbul


SABİRE YAMAN: 27.07.2010 Günü, Bakırköy İstanbul Caddesi’ndeki Tacirler Menkul Değerler A.Ş.’yi silahıyla basan E.polis memuru Vedat Gemalmaz, zarar ettiğini öne sürerek sorumlu tuttuğu şube müdürü 49 yaşındaki Erol Postacı ve 29 yaşındaki Sebire Yaman’a kurşun yağdırdı.

87-Erol Postacı / İstanbul


Erol Postacı, 27.07.2010 Günü, Bakırköy İstanbul Caddesi’ndeki Tacirler Menkul Değerler A.Ş.’yi önceki gün silahıyla basan E. polis memuru Vedat Gemalmaz, zarar ettiğini öne sürerek sorumlu tuttuğu şube müdürü 49 yaşındaki Erol Postacı ve 29 yaşındaki Sebire Yaman’a kurşun yağdırdı.

85-Hüseyin Turgut Yalova


HÜSEYİN TURGUT: Yalova’da Fatih Caddesi’nde park yeri nedeniyle çıkan tartışmada Hüseyin Turgut, polis memuru Gökmen Erkmen'in silahından çıkan kurşunla hayatını kaybetti.  

 

84-Mustafa Uslu Tokat-Turhal

 


MUSTAFA USLU: Alkollü olduğu ileri sürülen Mustafa Uslu, Turhal’da otomobiliyle giderken trafik kontrolü yapan polisler ‘Dur’ ihtarında bulundu. ‘Dur’ ihtarına uymadığı belirtilen Uslu polisin arkadan açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti.

 

83-Er.Cemal Yalın Antalya


CEMAL YALIN: 5 Ağustos 2010 günü, PKK'nın şehit ettiği bildirilen askerin, polis kurşunuyla vurulduğu ortaya çıktı. Antalya'lı Er Cemal Yalın, polis merkezine doğru yürüken polisler tarafından öldürüldü.  

81-Fatih Cem İnci /İstanbul


FATİH CEM İNCİ: Bahçelievler'de bir arkadaşıyla birlikte yürüyen 23 yaşındaki Fatih Cem İnci kaldırımda çarptığı kutu nedeniyle üzeri kirlenince, "Böyle pisliklerle hep ben mi karşılaşırım" diye söylendi. Bu sözlerin kendisine söylendiğini sanan polis memuru Mustafa Atasoy (27) silahını çıkratıp, Fatih Cem İnci'yi kurşun yağmuruna tutarak öldürdü.

82-Gökhan Ergün Bursa-Nilüfer


Gökhan Ergün: Bursa'nın Nilüfer ilçesinde Cengiz Koç`a ait bir apartman dairesine, yangın merdiveninden giren 2 kişiye polis uyarı ateşi açtı. açılan ateşle Gökhan Ergün(24) hayatını kaybetti.

 

79-Feyzullah Ete İstanbul

FEYZULLAH ETE
: 22.Kasım.2007 tarihinde, Avcılar'da bir parkta otururken polis memuru Ali Mutlu tarafından göğsüne bir tekme vuruldu, göğsüne aldığı bu tekme sonucu hayatını kaybetti.
78- Alaettin Karadağ İstanbul


ALAETTİN KARADAĞ :Dur ihtarına uymadığı için on kurşunla öldürüldü. Kardeşi Abdullah Karadağ:"Dur ihtarı Sonucu Ölüm on kurşunla nasıl olur, cinayeti meşrulaştırmak için bunu uydurdular" dedi. 

80-İbrahim Özkaymaz Gaziantep


İBRAHİM ÖZKAYMAK: 28.08.2009 günü polis memurunun "uyarı ateşi" ateşi sonucu göğsüne isabet eden mermi sonucu hayatnı kaybetti. İbrahim Özkaymak, 2007 yılında yürülüğe giren PVSK'dan sonra polisn sorumlu olduğu 80. ölüm olayıdır.



NORVEÇ HELSİNKİ KOMİTESİ
STRATEJİK BELGELER/RAPORLAR

Prof.Dr. Kadir Cangızbay: "Kısacası devlet, insan türü açısından mutlak bir zorunluluk olmadığı gibi..."

Prof.Dr. Kadir Cangızbay / Makale
Devlet ve devlet türleri üzerinde düşünmek, konuşmak veya yazmak söz konusu olduğunda , insanın bir an dahi aklından çıkartmaması gereken husus, ne devletin kendisinin ne de şu ya da bu türünün ‘Allahın emri' olmadığıdır. Ne, başlangıçta devlet vardı, ne de sonuna/sonsuza kadar devletin var olacağının garantisi vardır. Ayrıca, hükümet etmenin kendi başına özerk bir fonksiyon olmaktan çıkıp insanların (toplumların) kendi varlıklarını devam ettirebilmeleri için karşılamak zorunda oldukları ihtiyaçların neler olacağı ve nasıl giderileceği konusunda karar verme işleminin doğrudan doğruya ihtiyaç sahiplerince gerçekleştirildiği bir sistemin, insan haysiyeti açısından en ‘iyi' devletten de kat be kat daha hayırlı olduğu açıktır.

Kısacası devlet, insan türü açısından mutlak bir zorunluluk olmadığı gibi, kendisini tercihe şayan kılacak herhangi bir etik dayanağı da bulunmayan bir örgütlenme biçimidir. Genel olarak devletin kendisi için bunları söylüyorsak, devletin münferit modelleri (çokuluslu devlet, ulus-devlet, üniter devlet, federal vb...) için de aynı şeyleri hem de çok daha fazla altını çizerek söylemiş olacağımız da açıktır: Devletin kendisi tarih ötesi bir varlık ve bizatihi bir değer değil iken, her hangi bir devlet modelini dokunulmaz/tartışılmaz bir kutsallık konumundaymış gibi görüp göstermek aynı anda hem psişik, hem de entelektüel çiftli bir maluliyete delalet, siyaseten de en kara ve en kabasından bir despotizme tekabül eder. Ancak, günümüzdeki ulus-devlet ve devletin üniterliği ekseninde yapılan tartışmalar, verilen beyanatlar ve çekilen nutuklara baktığımızda oldukça yaygın bir cehaletle de karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkar: Adam, ulus-devletten veya ulusun tekliğinden söz etmekte, ama ulus ile kavim arasındaki farktan bihaber ya da üniter devlet derken tasvir edip kutsadığı tam tamına monist bir kilise-devlet, hem de laiklik adına; bireylerin laik olabileceği, laikliğin bir hayat tarzı olduğu ve de laik devletin belirli bir hayat tarzını herkese dayatabileceği zehabı içinde.

Önce şunu bilelim -ki bir kere öğrenildi miydi de, akıldan kolay kolay çıkmaz; zira, Türk Millî Eğitimi tornasından çıkmışlığımız ölçüsünde oldukça şaşırtıcı; ama, çok da ufuk açıcı-: Örneğin Fransa'da halkı Fransız halkını oluşturan bir çok kavimden hiç biri Fransız adını taşımaz; yani, Fransa'da Fransız diye bir kavim yoktur. Fransız, belirli bir kavmin değil, ulusun adı ve doğrudan doğruya Fransalı anlamına gelir. Evet, o coğrafyanın Galya'dan Fransa'ya evrilmesinde Frank istilası, tabiî ki belirleyicidir: Ülkenin adı önce Frankistan anlamında Frankiya/França olmuş, ama bizim zarif İstanbul Türkçe'miz misali, ne fazlasıyla şamatacı ‘şe'li ‘ça'lılığa, ne de ‘ka'lı ‘ku'lu kabalığa cevaz veren Fransızca -aynı bir kelimenin İtalyanca'da ‘çezare', Almanca'da ise ‘kayzer' olurken, Fransızca'da ‘sezar'a dönüştüğünü, bizim de bu kelimeyi işte bu haliyle dilimize aldığımızı hatırlayalım- , Frankiya'yı da França'yı da Fransa(France-Frans)'ya dönüştürürken, o toprakları vatan bilip şenlendiren her kavimden insanı da Fransalılık (Français/Fransız) temelinde eşitleyip ulusallaştırmıştır. Bu arada şunu da unutmayalım ki, Fransa'da birileri çıkıp da bidayetteki Frank istilasına atfen, kendisi Atafrank adını alırken, Norman'dan Bask'ına, Bröton'undan Alzaslı'sına Oksitan'ından Bearnlı'sına bütün Fransızları (Fransalıları) "ne mutlu Frankım diyene" demeye zorlasa ve Fransa Genel Kurmay Başkanı da bu sözü söylemeyenleri kendilerine karşı savaşılıp yok edilecek düşmanlar olarak ilan etseydi bugün ne Fransız diye bir ulus, dolayısıya ne de Fransa diye bir ulus-devlet olurdu: Ulus, çevresindeki ve/ya da kendileriyle iç içe yaşadığı diğer kavimleri boyunduruk altına alan, onları yok sayan veya şu ya da bu şekilde (soykırım, tehcir, asimilasyon vb...) yok eden kavim demek değil, kavimsel mensubiyetlerin hukuk bazında ve sosyo-ekonomik ilişkiler bağlamında belirleyici olmaktan çıktığı devletin halkına verilen addır. Yukarıda Fransa temelinde bir örneklendirme yapmış olmakla birlikte, birer ulus adı olarak İspanyol ve İtalyan kelimelerinin de her hangi bir münferit kavime işaret ediyor olmayıp doğrudan doğruya İspanyalı ve İtalyalı anlamına geldiklerini de ilave edelim. Bu arada, kendileri doğrudan doğruya Cermen olmanın ötesinde Alman'ın da en hası olan Alzaslıların -zira, boylarının adı Alaman'dır- tümüyle Fransız ulusuna dahil olmaları, Büyük Devrim sonrası feodal beylerin ayrıcalıklarının kaldırılması üzerine Mulhouse Cumhuriyeti'nin kendi arzusuyla Fransa'ya iltihak etmesiyle tamamlanmış, bugüne kadar Almanca'nın bir lehçesi olan kendi dillerini kullanmaya ve bu dilde öğretim yapmaya devam ettikleri, yani kendi etno-kültürel özelliklerini kaybetmedikleri halde, 1871'de III. Napolyon'nun Almanlara yenilmesi üzerine Alzas-Loren Alman İmparatorluğu'na bağlandığında da Almanlaşmayı kabûl etmeyip, önemli bir bölüm itibariyle Fransız topraklarına göç etmiş ve 1914'e kadar Almanya'ya karşı bir İntikam Savaşı'nın en ateşli savunucuları olmuşlardır: Ulus, etnik köken birliğini gerektirmediği ve etnik köken ortaklığı aynı ulustan olmaya yetmediği gibi, etno-kültürel kimliğin muhafaza edilmesi -yani, asimile olmamak- herhangi bir ulusla bütünleşmeye engel olur diye de bir şey yoktur. Tabiî bu, kavimsellik üstü bir varlık olması hasebiyle, ulus kesinlikle kavimsel heterojenlik temelinde kurulur demek de değildir: Alman ulusu, bütün Jermanik unsurları kuşatmaz; ama, kendisi Jermaniklik temelinde neredeyse mutlak bir homojenlik gösterir ve buradaki devletin federal olması, onu bir ulus-devlet olmaktan çıkartmaz: Devletin federal veya üniter olması ile ulus-devlet olup olmaması arasında doğrudan hiçbir bağ yoktur. Ayrıca bir ulus-devlet , federal değilde üniter olduğu halde federal bir devletten çok daha çoğulculukçu olabilir: İtalya üniter ulus-devletin Tiroller bölgesinde kamu hizmeti veren müesseselerde görev almak Almanca bilmek şartına bağlı, Fransa'yla sınır Val d'Aosta bölgesinde ise İtalyacanın yanı sıra Fransızca da herkes için zorunlu ilk öğretim dilidir. Hakeza İspanya da üniter, yani federal olmayan bir devlettir; ancak yörelere göre yerel dillerin bazılarına da ‘eş-resmîlik' (co-oficialidad) tanınmıştır. Ancak, hiçbir yerde hiçbir zaman mükemmelen tutarlı evrensel bir çözüm modeli bulunamayacağına bir örnek olsun diye şunu da bilginize sunayım: İspanya'da eş-resmî diller vardır ama, her İspanyol vatandaşının İspanyolca bilmesi de doğrudan doğruya anayasada belirtilmiş bir zorunluluktur.

Bu noktada artık şunu söyleyebiliriz ki, ulus-devlet tek bir kavim üzerinden tanımlayıp düzenlendiği ölçüde etnik problemlerle karşılaşması, ancak daha da önemlisi, aslında kaynağı hiç de etno-kültürel olmayan sıkıntıların etno-kültürel bir problematik içine yerleştirilip gerçekteki niteliklerinin kamufle edilmesi hiç de şaşılacak bir durum değildir. ‘Her kavime kendi ulus-devleti' gibi bir formülün pratikteki imkansızlığının yanı sıra, böyle bir yola tevessül etmenin ister istemez beraberinde yeni soykırımlar, tehcirler, inkarlar ve asimilasyon teşebbüslerini de getireceği açıktır. Meseleye Türkiye özelinde baktığımızda ise, son zamanlarda pek bir popülerleşen ‘açılım'lar modasının, aslında toplumu demokratikleştirip insanı özgürleştirecek bir yol değil, ulus-devletin insanlığa en büyük hediyesi olan ‘vatandaş' kavramını kendi içinden parçalarken, insanların kendi kendilerini ancak belirli kategoriler çerçevesinde tanımlayıp cemaatler halinde sürüleşmelerine yol açabileceğini mutlaka belirtmek gerekir. Yapılması gereken, teker teker aleviye, kürde, türbanlıya-çarşaflıya, kadına, eşcinsele, gayri-müslime vb... açılmak değil, vatandaş statüsünün her türlü farklılığa gerçekten eşit derecede açık hale getirilmesidir. Bu yolda atılacak ilk adım ise, fiiliyatta en fazla Kürtlere, ancak ilke bazında hepimize karşı konulmuş bir siyasete katılma yasağı olarak yüzde 10 barajının tümüyle kaldırılıp, tek bir oyun bile boşa gitmemesini sağlayacak millî bakiyeli bir seçim sisteminin getirilmesidir: Yüzde 10 barajının altında kalacak bir partiye oy verdiğimde, (o an için ve o hakkım itibariyle) T.C. vatandaşlığı dışına atılmış olmaktayımdır. Yapılması en kolay şey de olduğu için ilk sırada saydığımız bu hususun yanı sıra ‘vatandaş' statüsünün fiilen herkese eşit derecede açık kılınmasının olmazsa olmaz koşulu durumundaki laiklik ilkesine temelden aykırı bir kurum olarak Diyanet İşleri'nin devletin tekelinden çıkartılması, tabiî bu arada programında Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kaldırılması da var diye parti kapatmaya cevaz veren siyasal partiler kanunun değiştirilmesi gibi tedbirler aracılığıyladır ki, "artık ulus-devletler çağı geçti" teraneleri eşliğinde sanki dinler, kültürler, medeniyetler birer gerçek kişiymiş de kavga/çatışma da, dolayısıyla diyalog, uzlaşma ve barışma da yine bunlar arasında olacakmış gibi göstererek dikkatleri kapitalist sömürü sisteminden uzaklaştırıp, kültürel çoğulculuk görünümü altında insanları İnsan kavramının ve evrensel ideallerin çok uzağında etrafa serpiştirilmiş ekmek kırıntılarını kapmak üzere birbirini boğazlayan egoist böcekçiklere dönüştürme peşindeki post-modern hokkabazlıklara yem olmaktan şu ya da bu ölçüde kurtarmak mümkün olabilir.

 

Demokratik açılıma asıl nereden başlamalı

Önce ‘Kürt açılımı' dediler, olmadı; araya ‘kardeşlik ve millî birlik-beraberlik projesi' konuldu, onun yanı sıra da ‘demokratik açılım'.
Önce şunu söyleyelim: Projeyle, yani önceden planlanıp belirli teknikler uygulayarak kurulabilecek en son şey, kardeşlik ve birlik-beraberliktir. Projeler ancak nesneler üzerinde ya da insanlar manipüle edilebilecek nesneler konumuna indirgenmek suretiyle uygulanabilir; oysa, kardeşlik de birlik-beraberlik de eşit derecede özgür öznelerin varlığını gerektirir. Kısacası, insanlar arası duygu ve yakınlık kurmanın teknolojisi yoktur: ‘Kız Tavlama Sanatı'nı okumakla çapkın olabilen tek Allah+ın kulu yoktur. Ayrıca birileri arasında kardeşlik kurmaya kalkılıyorsa, ortada bir düşmanlık/çatışma da var demektir ve burada ima edilen Kürt-Türk düşmanlığı/çatışmasıdır. Oysa, Türkler ile Kürtler arasında sırf Kürt ya da Türk olmaktan kaynaklanan özsel bir çatışma/düşmanlık yoktur. Ama olsun, çağ Globalleşme çağıdır ve Yeni Dünya Düzeni'nin paradigmasında birbiriyle çatışacak olanlar artık sınıflar değil, ‘Medeniyetler (kültürler, dinler, mezhepler, etnisiteler, diller vb...)'dir.
Yeni Dünya Düzeni'nde, insanlar kendi kendilerini ‘kimlik' temelinde tanımlamaya çağırılır: Globalleşmiş dünyada artık bütün insanlık hep birden aynı bir trene binecek, ancak herkes belli bir kimlik temelinde kendi kompartımanına kapanırken, trenin ortak alanları, bütün vagon koridorları da insandan temizlenmiş olacaktır, uluslar üstü sermaye katarın tümünü bir uçtan bir uca hiçbir engele takılmaksızın kat ve kontrol edebilsin diye. İnsanlar dil, din, etnisite, daha olmadı cinsiyet, kulüpsel veya cinsel tercihleri temelinde farklı farklı kovuklara doluşsun ki uluslar üstü sermaye yerkürenin her bir noktasına hiçbir engelle karşılaşmaksızın ulaşıp toplumsal gerçekliğin her katresine nüfuz edebilsin, insan hayatının her bir veçhesi de piyasa üzerinden, kimin ki pazarlık gücü yüksek, işte onun tercihi doğrultusunda belirlensin diye.
Kimlik merkeze alındığı ölçüde, ‘vatandaş olarak insan' kavramı da hem ideoloji, hem de siyasal pratik düzleminde geri plana atılmaya çalışılacaktır. ‘Vatandaş olarak insan', aydınlanmanın, özel olarak da Fransız Aydınlanması ve Fransız Devrimi'nin insanıdır. Buradaki insan, vatandaşın da ötesinde dünyadaş, yani bu dünyanın tek ve ortak sahibi olarak insandır: -Tanrının varlığından/yokluğundan bağımsız olarak- en başta Tanrı olmak üzere hiç kimsenin kulu veya kölesi olmayan, kendisini tanımlayıp değerlendirmek için kendisi dışında hiçbir referans noktasına başvurulmayan, yani sevilecekse de, dövülecekse de bunun ‘yaratandan ötürü' yapılmayacağı insandır. Birey olarak ele aldığımızda ise buradaki insan, kendisine kendi dışından verilmiş cinsiyet, ırk, deri rengi, dil, din, mezhep vb... gibi özelliklerinden de bağımsız olarak ele alınacak olan insandır. Buna karşılık Yeni Dünya Düzeni, insanı ‘Aydınlanma-öncesi'ne geriletme peşindedir; kişiliğini inşa etmek yerine, kimliğine sahip çıkmaya, sıkı sıkı sarılmaya yöneltir: Moda, artık kültürel çoğulculuk/çok kültürlülüktür. Kültürel çoğulculuk/çok kültürlülük aracılığıyla insanların özgürleşmesinin önü açılacaktır ve buradaki ‘özgürleşim'in uç noktası çok-hukukluluk, özel olarak da ‘inancına göre yaşama özgürlüğü'dür. ‘İnancına göre yaşama özgürlüğü', özgürlüklerin ‘kutsal'la buluşma noktası, liberalizmin Nirvana'sı; ancak içini doldurmaya kalktığımızda karşılaşacak olduklarımızın arasında şunlar da vardır: Kadını iyicene kapatıp erkekleri günaha girmekten kurtarma, ‘günahkar' kadını recmetme, hele bir de Hindu'ysan ağabeyin öldüğünde dul kalan yengeni kocasının cesediyle birlikte canlı canlı yakıp cennete gönderme vb... özgürlüğü; kısacası, ‘vahşet hâli'nin artık doğal değil, öğrenilmiş versiyonu.
İnsanı ‘aydınlanma-öncesi'ne geri çekmenin peşindeki Yeni Dünya Düzeni'nin, doğal müttefiki, daha doğrusu en elverişli piyonları, ‘aydınlanma-öncesi'nde kalmış unsurlar olacaktır; yani, şecaat arz ederken sirkatin söyleyen merd-i Kıptî misali, ‘yaratılan'ı ‘yaratan'dan ötürü sevdiğini söylerken, aynı zamanda zamanı/yeri/işine geldiğinde aynı ‘yaratan'a sığınıp dövüp öldüre-de-bileceğini farkına varmadan ikrar etmiş olanlar. Yeni Dünya Düzeni'nin patronları, işlerine geldiği sürece, Taliban'ından El-Kaide'sine kadar bu ‘yaratandan ötürü sevip öldürenler'i pek sevip iyicene desteklemişlerdir, Şah'ın gidici olduğunu bile üç-beş gün öncesine kadar çıkartamayan ‘feraset'leriyle; hem de onca ajan, uzman ve istatistiksel ihtimaliyat teorileri ve en ileri bilgisayar programlarına rağmen; ama, siz yine de gidin sosyolojiyi Amerika'da öğrenin(!), çabucak yükselirsiniz...
İnsanı dili, dini, etnisitesi, mezhebi, cinsiyeti vb..., yani kendi dışından belirlenmiş özellikleri üzerinden tanımlayıp değerlendirmek de yine vatandaş kavramına ulaşamamış ‘aydınlanma-öncesi' kafalara mahsustur: Gazze'de katliam yapmasınlar diye İsrail'e dünyadaş/insan olarak değil ancak ‘insan-üstü' tarikiyle, Tevrat'ın "öldürmeyeceksin"i ile seslenebilirler; Darfur kasabı ise kesinlikle soykırımcı olamaz, zira müslümandır. Bunlar ülke içi problemleri de etnisite/din/mezhep üzerinden okuyup çözmeye soyunurlar. Ancak, Kürt, Alevî, Roman vb... türünden açılımlar ve çalıştaylar, sadece kimlikler-ötesi bir vatandaş kavramına ulaşamamışlığın göstergesi olmakla kalmayıp, aynı zamanda farklı kültürden insanları birer inceleme nesnesi olarak tasviri çıkartılacak tuhaf canlı türleriymiş gibi gören oto-oryantalist girişimlerdir de.

‘Açılım'cılar Kürt'le başlar, ‘demokratik'te karar kılarlar; ama, yüzde 10 barajı yüzünden seçmenin yüzde 26'sıyla Meclis'in yüzde 66'sının kapatılabildiği; oyların yüzde 45'i, seçmenin de yüzde 60'ının Meclis'e tek bir temsilci gönderemeyebildiği bir ülkeyizdir ve bu durum onları hiç mi hiç ilgilendirmez. Ne ön seçim vardır, ne de liste üzerinde tercihte bulunma hakkı; parti lideri nihaî tek seçici; tek ilke ise, lidere biad/itaattır; zira, akçeli işleri de kapsayan milletvekili dokunulmazlığı gerçekten çok büyük bir imtiyazdır, elde etmek/elden kaçırmamak için pek çok şeyden feragat edilebilecek derecede. Parti yeterli çoğunluğa ulaştığında ise, lider artık tam bir monark konumundadır: Hangi yasa çıkartılıp, devletin/meclisin, herhangi bir ‘özerk' kurumun veya en kıytırığından bir belediyenin başına kim getirilecek, hangi ihale kime verilip kime ne kadar vergi cezası verilecek; hepsi liderin iki dudağı arasında. Eğer bu, ‘seçilmişlerin demokratik iktidarı' ise, "daha fazla demokrasi" diyenin kastettiği de olsa olsa daha fazla monarşi/otokrasi olabilir.

-Kürsüdeki hariç- bütün dokunulmazlıkların kaldırılması; siyasî partiler ve seçim yasalarının değiştirilip barajın sıfırlanması; ön seçim, tercihli oy ve millî bakiye gibi mekanizmaların hayata geçirilmesi: Demokratikleşme diyorsak, ilk yapılacak olan, işte bunlar. Ayrıca, yüzde 10 barajı antidemokratik olmanın ötesinde, Kürtlerin Kürt olarak/kalarak Meclis'e girmesini engelleme yönünde işleyen hem ırkçı, hem de bölücü bir düzenlemedir. Bu baraj, aynı zamanda siyasete siyaset dışından (silahlı-silahsız) her türlü müdahaleye zemin hazırlayan bir mekanizmadır da: Alınan oy ile bunun Meclis'e yansıması arasındaki fark ne kadar büyükse, rejimin demokratik meşruiyeti de işte o kadar zayıflamış olacaktır. Temsildeki adaletsizliğe bir de parti içi demokrasi yokluğunu ekleyin, Meclis'teki sayısal üstünlük, demokratik meşruiyet eksikliğine dönüşür; ki, bu da her türlü darbe/müdahale düşünce, tasarı ve girişimi için en mümbit zemini oluşturur: Yüzde 66 ile yüzde 26 arasındaki yüzde 40'lık fark, Meclis dışı güçlerin, kendisini tümüyle ya da kısmen doldurmaya yeltenecekleri bir eksi-meşruiyet alanı durumundadır.

Mevcut seçim sistemiyle siyasal partiler kanununu değiştirip milletvekili dokunulmazlığını sınırlandırmak: Bunlar için, değil yeni bir anayasa, en ufak bir anayasa değişikliği bile gerekiyor değildir. Maksat gerçekten demokratikleşmeyse, işe hemen buradan başlamak, sadece mümkün değil, aynı zamanda çok da kolaydır: En yeminli muhalifler dahil, hemen hiç kimse karşı çıkmaya pek cesaret edemez. Ancak, söylem düzeyinde darbe anayasasının değiştirilmesine odaklanıldığı ölçüde, darbenin getirdiği düzenin sorgulanması geri plana itilmiş olacaktır: Halka siyaset, emekçilere de sendikalaşma yasağı (nüfus 40 milyon iken sendikalı sayısı 2,5 milyon, şimdi 850 bin); en az yüzde 50'si kayıt dışı bir ekonomi; özelleştirme, taşeronlaşma vs... aracılığıyla ve milyonlarca ‘terör göçmeni' sayesinde, toplumsal çatışmaların eksenini kaçak, sigortasız, güvencesiz ve can güvenliksiz çalışanlarla, daha kötüsüne de razı işsizler arasına kaydırıp etnik renklere de boyayan tam bir ‘korsan' kapitalizmi; yani darbeyi yaptırtanların bile rüyalarını aşan bir neo-liberalizm.

Darbe, en çok büyük/merkez sermayeyi mutlu eder: Vehbi Koç Kenan Evren'e destek mektubu yazarken, TİSK Başkanı Halit Narin'in darbeden sonra işçilere/sendikalara ilk söylediği "bugüne kadar siz güldünüz, bundan sonra biz güleceğiz" olur. İşçilerin/emekçilerin ve sermaye sahibi olmayan toplum kesimlerinin darbeden paylarına düşen ise, sendikalarının kapatılması, grevlerinin yasaklanması, kıdem tazminatlarının azaltılması, izin sürelerinin kısaltılması, örgütlenme ve sendikalaşma haklarının kısıtlanması olur; ki, bunlardan hiç biri doğrudan doğruya askere nema sağlayan tasarruflar ve düzenlemeler değildir: Kapitalist, varoluşsal bir zorunluluk olarak, yani yok olmamak için kârını maksimize etmenin peşindedir; bürokrat için ise böyle bir şey yoktur, makûl bir rüşvet ona yeter.

12 Eylül'ün TÜSİAD sermayesinin önüne açtığı yol o kadar geniştir ki, Melih Gökçek'in şehrin içinden geçirdiği 6-7 şeritli otoyollar misali, sokakta yürümeyi dahi öğrenemeden dört çekerli jiplerin üzerine tüneyen varoş kaçkınlarının şerit falan tanımaksızın her türlü cambazlığı yapacakları, şerit tanımazlıkları ölçüsünde de yol yordam bilenler karşısında üstünlük kazanacakları bir devir açılır. Gayri-nizamî nizamînin, kayıt-dışı kayıtlının önüne geçerken çevre de merkezin geleneksel alanlarını işgal etmeye başlar: Kendileri darbe sayesinde yükselmişlerdir; ama darbe kendileri için yapılmış değildir; dolayısıyla kendilerini darbecilere hiç de borçlu hissedecek değillerdir

Yeni bir anayasanın yapılmasını mümkün kılacak koşullara ne kadar yakınız veya uzağız konusundan tümüyle bağımsız olarak şunu da not edelim: Demokrasi, anayasa -isterse en demokratiği olsun- üzerinden ısmarlama bir şekilde kurulabilecek bir şey olmadığı gibi, en köklü demokrasi olarak bilinen İngiltere'nin de yazılı bir anayasası bile yoktur. Şöyle de söyleyebiliriz: Demokrasi, önceden tasarlanmış ideal bir çerçevenin içi doldurularak kurulacak bir yapı değil, mevcut çerçevenin dar geldiği an ve noktaları itibariyle yıkılıp aşılması şeklinde gerçekleşebilecek bir süreçtir.

Adı ister ‘demokratik açılım' ya da ‘Kürt açılımı' olsun, ister ‘kardeşlik ve millî birlik bütünlük projesi', burada yapılmak istenen -daha doğrusu yapılmak istenmiş olan- , askerî yoldan çökertilemeyen PKK'yı, diplomatik manevralarla da desteklenmiş bir halkla ilişkiler kampanyasıyla tasfiye etmektir; yani, çeyrek yüzyıllık paradigmada hiçbir değişiklik yapmaksızın: Bütün kötülüklerin başı PKK'dır; ne şekilde olursa olsun ortadan bir kaldırılabilse her şey düzelecektir. Kandil'den inişler için ABD'nin Erbil yönetimi üzerindeki nüfuzundan yararlanılacak, Türkiye'dekilere ise din kardeşliğinin de yedeğinde TRT-6, Ahmede Hani'ye bir iki atıf, Ahmet Kaya'ya mezar, birkaç köyle kasabaya Kürtçe ad, Şivan Perver'den konser vb... türünden birkaç rüşvet/sadaka yetip de artacaktır bile... Bu plan tabiî ki yürümez: PKK sadece bir örgütten ibaret olmadığı gibi, PKKlılık da siyasî-askerî boyutlarının çok çok ötesinde, toplumsal-kültürel bir olgudur da. Polise taş atan çocuklar "bunu para karşılığı/kandırılarak yapıyorlar"a inansanız bile, -onca yoksunluk ve yoksulluğa rağmen- daha 6-7 yaşlarından beri polisin Nevruz'da dağıttığı şekerleri yıllardır niye almıyorlar dersiniz? PKK'yı örgüt olarak tasfiye edip, PKK siyaseti güdenlerin tümünü hapse atsanız bile, devletin şekerini-çikolatasını reddeden çocukları analarının karnına geri sokamazsınız ve de onlar büyüdüler/büyüyecekler. Bu durumda yapılacak şey, toplum mühendisliğine soyunmuş bazı aklıevvellerin tavsiye ettiği gibi ‘güvercinlerin önünü açmak üzere' PKK'nın kitle tabanının üzerine gitmek değil, Türkiye'de siyasetin topyekûn silahsızlandırılması, yani eli/beli silahlı olmanın siyaset üzerinde belirleyici olmaktan çıkartılmasıdır; ki, bunun hem zorunlu hem de ilk koşulu da askerin siyaseti bırakmasıdır. Ama, ne asker "siyaseti bırak" demekle siyaseti, ne de PKK "silahını bırak" demekle silah bırakır. Bu noktada söyleyeceğimiz ise şudur: Siyaset alanı, halkın bütününe/bütün fikirlere öylesine açılmalıdır ki, bu alana girebilmek için insanlar silaha sarılmak/sarılanların gölgesine sığınmak zorunda kalmasın; halk tarafından da öylesine tıka basa doldurulsun ki, eli/beli silahlılar bu alana sızıp kendilerine bir yol/yer açma imkânı bulamasın.

Askerî yönetimlerin demokratik olamayacağı, askerlerin rejim üzerindeki vesayetinin de kabûl edilemez olduğu açıktır; ancak, yönetimin sivil olması da demokratikliğin garantisi değildir: III.Napolyon veya Hitler, yani en eblehinden en canisine, halkın oyuyla iktidara gelmiş pek çok sivil diktatör vardır ve de bu yolda hem en tehlikeli hem de en sık kullanılan yöntem, insanları ya ‘evet' ya da ‘hayır' demeye mecbur tutan referandumdur. Sivilleşmeyi demokratikleşmeyle özdeşleştirip, siyaseti de asker-sivil karşıtlığı üzerinden formüle etmek ise, sermayedar-işçi/işsiz çelişkisini maskelemenin en ucuz, ancak askerin darbe, müdahale, muhtıra vb... konusunda iyicene sabıkalı olması yüzünden de bizde etkili olma ihtimali en yüksek olan yoludur. Hele, sivilleşme adına askerin siyaset üzerindeki etkisini başka bir silahlı güçle kırmaya yeltenmek olağanüstü rizikoludur: Sivilleşen, savaşın kendisi de olabilir; yani, siviller arası (iç) savaş (guerre civile; civil war). Sivilleşmenin aynı zamanda demokratikleşme de demek olmasının ise tek koşulu vardır: Siyaset alanının son noktasına kadar halka açılması; yani, yetersiz ama zorunlu bir ilk adım olarak sıfır barajlı, ‘millî bakiye'li, ön seçimli, tercih sıralamalı bir seçim sistemi ve dokunulmazlıkların kaldırılıp milletvekilliğinin genel başkanın iki dudağı arasına sıkışmış imtiyazlı bir statü olmaktan çıkartılması. Bunların yanı sıra, seçim bölgelerinin, seçmenin milletvekili adaylarını yakından tanıyıp, seçildiklerinde icraatları hakkında kendilerinden hesap sormalarını mümkün kılacak boyutlarda belirlenmesi, dönem bitmeden vekaletin geri alınması yolunun açılması, sadece gerçek bir demokrasinin gerekleri olmayıp, aynı zamanda demokrasinin kendisini korumanın en etkili yollarıdır da: Seçilmemişleri Meclis'e müdahaleden caydırma konusunda, hiçbir yasal/anayasal düzenleme, seçen ile seçilen arasındaki bağın doğrudanlığı ve sıkılığı kadar etkili olamaz. Son olarak şunu da belirtelim ki, ‘millî bakiye'li sistem, bir yandan temsilde tam bir adalet sağlamak suretiyle demokrasiyi derinleştirirken, diğer yandan da, kendisinin tam anlamıyla işleyebilmesi açısından ‘Türkiye Milletvekilliği' şeklinde yeni bir statünün ihdasını zorunlu kılarak, o pek özlenen millî birlik-beraberliğin tesisine de çok büyük katkıda bulunacaktır.


Kaynak: STRATEJİKBOYUT DERGİSİ 4.SAYI

8434 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
POLİSE DUYURU

Case of Baran Tursun
Polis Kurşunu Ölümleri Facebook hesabı
BARAN TURSUN VAKFINA ÜYELİK
AİHM Kararları
Baran Tursun vakfına ÜYELİK
Tuncay Cüzdan'ın babası-ANTAKYA Uluslararası Baran Tursun Vakfında

Tuncay Cüzdan-Antakya

A.Rahman sözen'in annesi-İZMİR Uluslararası Baran Tursun Vakfında

A.Rahman Sözen-İzmir

Selami Atalay, ömürboyu felçli- İZMİR - Uluslararsı Baran Tursun Vakfında

Enes Ata'nın babası DİYARBAKIR - Uluslararası Baran Tursun Vakfında

3.Yılında Baran Tursun'u anarken

Ahmet Çakır'ın ağbisi-İZMİR Uluslararası Baran Tursun Vakfında

Ahmet Çakır-İzmir

Mehmet Tursun Halk tv'de

Mehmet Tursun-Baransav

Aydın Erdem'in ağbisi - DİYARBAKIR Uluslararası Baran Tursun Vakfında

Aytekin Arnavutoğlu -İSTANBUL- Uluslararası Baran Tursun Vakfında

Aytekin Arnavutoğlu-İst

Çağdaş Gemik'in babası-Antalya Uluslararası Baran Tursun Vakfında

Çağdaş Gemik - Antalya

Feyzullah Ete'nin ağbisi-İSTANBUL Uluslararası Baran Tursun Vakfında

Feyzullah Ete-İstanbul

Soner Cankal'ın babası-ANKARA- Uluslararası Baran Tursun Vakfında

  Soner Cankal-Ankara

Çağdaş Gemik'in kuzeni -ANTALYA Uluslararası Baran Tursun Vakfında

 Çağdaş Gemik Antalya

Yasin Kırbaş'ın babası - İSTANBUL Uluslararası Baran Tursun Vakfında

Yasin Kırbaş-iST

Emrah Gezer'in babası-ANKARA Uluslararası Baran Tursun Vakfıında

Emrah Gezer-Ankara

Didim'de öldürülen Ali Demir'in babası Mehmet Demir, Mehmet Tursun'la görüştü

Baran Tursun V. ECHR

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER

Baran Tursun insani yardım vakfı başkanı Mehmet Tursun, Birleşmiş Milletler temsilcileriyle, "Yargısız İnfazları" konuştu

 

Baran Tursun davası AİHM'de

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER

UCM ÜYESİDİR

125-Kenan Kapısız Uşak

 24.11.2012 günü Uşak'ta polis memurları ile vatandaşlar arasında çıkan arbedede polisin silahından çıkan kurşunla başından vurularak öldürüldü. 28 yaşındaki Kenan Kapısız 4 çocuk babasıydı. Devamı oku...

Baran Tursun vakfı Logosu


116-Yusuf Yılan - Erzurum


Erzurum'un Karayazı İlçesi'nde oturan ve ayakkabı boyacılığı yapan 9 yaşındaki Yusuf Yılan, Cumhuriyet Caddesi'nde karşıdan karşıya geçerken Akrep tipi polis aracın çarpmıştı. Yılan, kaldırıldığı Erzurum Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yaşamını yitirdi. Görgü tanıklarına göre, zırhlı arac, Yusuf Yılan'ın göğsü ve kafasının üzerinden geçtiğini belirti.

75-Ahmet Cömert Kocaeli-Darıca


Ahmet Cömert:2009 KOCAELİ'nin Darıca İlçesi'nde gözaltına alınan 23 yaşındaki Ahmet Cömert, polis merkezinin nezarethanesinde ölü bulundu. Baba Durmuş Cömert, oğlunun intihar edecek biri olmadığını söyledi.


77-Serkan Çedik Bursa


SERKAN ÇEDİK: Bursa Emniyet Müdürlüğü’nün Acemler semtindeki nezarethanesinde gözaltında tutulan 25 yaşındaki Serkan Çedik bilinmeyen bir nedenle fenalaşarak öldü. Sekan'ın annesi:"Oğlumu gözaltına aldılar, sapasağlam karakola götürdüler, karakolda ölüsü çıktı" dedi


78-Murat Konuş İstanbul


Murat Konuş:  7 Ocak 2010 tarihinde gözaltına alınan Murat Konuş'un, bir süre sonra rahatsızlanarak kaldırıldığı hastanede hayatını kaybettiği, Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca hazırlanan otopsi raporunda Konuş'un “künt kafa travmasına bağlı beyin kanaması” sonucu öldüğünün bildirildiği anlatılıyor.
84-A.Rahman Sözen/İzmir


İzmir Gümüşpala Polis karakolu nezarethanesinde polisin silahıyla vurularak öldürülen A.Rahman Sözen’nin annesi ve ablası Uluslararası Baran Tursun vakfına geldiler.  Karakolun güvenlik kameraları kayıt yapmadığından, olayın oluş şekli polisierin ifadelerine dayandırıldı ve takipsizlik kararı verildi. Dava AİHM'e taşındı Video izle…

74-Ahmet Akbaş / İstanbul


Ahmet AKBAŞ: 01.08.2009 günü Esenler polis karakolunda ölü bulundu. Ahmat Akbaş'ın yakını Ergin Akbaş: "Olayın üzerinde uzun zaman geçmesine rağmen savcı olay yerine geç geldi. Doktorlar gelmemiş müdahale etmemişler" iddiasında bulundu.

 

 


 

102-Willem Tyas Antalya

WİLLEM TYAS /1 Ekim 2011 günü Antalya'nın Manavgat ilçesinde çevreye verdiği rahatsızlık nedeniyle şikayet üzerine ifadesi alınmak için polis merkezine getirildikten sonra ölüm olayı meydana geldi. Fenalaştığı iddia edilen 64 yaşındaki İngiliz Willem Tyas hayatını kaybetti.  

85-Er.Osman Aslı /İstanbul


Osman Aslı:  İstanbul Firuzköy polis karakolunda ölü bulunan Er.Osman aslı’nın babası Uluslararası Baran Tursun Vakfına mektup gönderdi. Osman Aslı'nın ayakkabı bağcıklarıyla kendini astığı iddia edildi. Karakolun güvenlik kameraları kayıt yapmadığı için olayın oluş şekli polislerin ifadelerine dayandırıldı. Video izle…

72-Ahmet Laçin / İstanbul


AHMET LAÇİN: Tornacı 23 yaşında ki Ahmet Laçin 12 Ekim  2008 günü Bağcılar’da gözaltına alındı ve Bağcılar polis karakoluna götürüldü. Akrabaları, Ahmetin dövüldüğünü ve kaldırıldığı hastanede öldüğünü idda ettiler.

 


76-Resul İlçin Şırnak-İdil


RESUL İLÇİN: 22/10/2009 günü Şırnak'ın İdil İlçesi'nde polisler tarafından götürüldüğü karakolda yaşamını yitiren 52 yaşındaki Resul İlçin'in yapılan otopsisinde kafasında ve vücudunun çeşitli yerlerinde darp izi olduğu ortaya çıktı.  

 

Baran Tursun vakfından

93-Özcan Kurtuluş / İzmir


ÖZCAN KURTULUŞ: İzmir Şirinyer polis karakolunda ölü bulundu. Polisin kendisini aradığını söyleyen abla Sitem Duyar da:  "Kardeşim Özcan Kurtuluş'un avukat görüşme odasında kendini astığını söylüyorlar, kardeşimin avukat görüşme odasında ne aradığı konusunda kimse bize açıklamada bulunmuyor"

Karakollarda ki ölümler

Kimsesiz çocuklar

Kimsesiz çocuk:"Polisler bizi döve döve Belgrad Ormanı’na bırakıyorlardı" dedi. Devamla:" Yardıma gelmeselerdi tecavüze uğruyordum...”, “Bakırköy Çocuk Yurdu’nda bir arkadaşımızın makatına sopa soktular...”, “Umut Çocukları Derneği yöneticileri bizim sayemizde zengin oldular...”, “Dernek Başkanı Ferhat Şahin, hepimizi sıraya sokarak, falakadan geçirdi...”, “Polisler bizi ekip arabalarına bindirip döve döve Belgrad Ormanı’na bırakıyorlardı....Devamı oku..

101-Hamedu Loufa Sayıd /Mersin

 


Hamedu Loufa Sayıd/ MERSİN:2007 yılında yürürlüğe giren PVSK’dan sonra, failin polis olduğu 101. Ölüm olayı. 29.07.2011 tarihinde Mersin'de Yumuk tepe polis karakolunda ölü bulundu. Dosya oku.. 

Sosyal paylaşım sitemiz


Baran Tursun vakfına ödül

120-Cem Aygün / Ankara

 Cem Aygün-Ankara: Ankara Keçiören İncirli’de 22 yaşındaki Cem Aygün “dur” ihtarına uymadığı iddasıyla polisler tarafından öldürüldü. 1 ay önce cezaevi'nden çıkan gencin ölümüne ilişkin emniyetin aileye verdiği bilgiler ise çelişkilerle dolu. Baba Celal Aygün:"Oğlum Cem Aygün öldürüldükten 8 saat sonra bize haber verildi" dedi 30.08.2012