Mehmet Tursun / Makale -"Hakim hakime, mahkeme mahkemeye güvenmiyorsa, bunlara güvenmek bize düşmez"Mehmet Tursun / MakaleHakim hakime, mahkeme mahkemeye güvenmiyorsa, bunlara güvenmek bize düşmez! "Ben artık hakim oldum, lay lay lom, istediğim kararı veririm, lay lay lom" zihniyetiyle karar veren bir yargıc, vermiş olduğu kararın adil ve evrensel normlara uyup uymadığını sorgulamaksızın, 'yargı karar vermiştir, tartışılacak bir konu bulunmamaktadır' söylemi bir aldatmacadan ibarettir. Bu çok yanlış bir yaklaşım olup, adil olmayan bir yargıcın, adil olmayan kararlar vermesini teşvik etmesinden başka bir yaklaşım değildir. Son yıllarda evrensel hukuktan uzak, adaletten uzak verilen kararlarıyla ülke hukukunu nasıl bir çıkmaza soktuklarını ve itibarsız hale getirdiklerini hepimiz şahidiz. Bu kararlarıyla ülke hukukunu itibarsız hale getirmekle kalınmamış, aynı zamanda adaletten ve hukuktan uzak verilen kararlar sonucunda hazineyi de milyonlarca lira tazminat ödemeye mahkum ettirmişlerdir. Bizim vergilerimizin çok önemli bir bölümü yargının hukuksuz kararlarından dolayı ödenen tazminatlara gidiyor, bunun kabul edilir bir yanı bulunmamaktadır. Devlete karşı ve devletin işlediği suçlara yargının farklı bakışı: Devlete karşı ve devletin işlediği suçlara yargının farklı bakışı, Türkiye'de yargının düştüğü açmazı ve itibarsızlığı beraberinde getiriyor. Yargı, evrensel hukuktan ve adaletten uzaklaştıkça toplum vicdanında itibarsızlaşıyor. Toplum vicdanını bir tarafa bıraksak bile, kendi aralarında dahi bir güven bunalımı yaşandığı günümüzde mahkemenin mahkemeye, yargıcın yargıca güvenmediği bir ortamda vatandaşların bunlara güvenmesi gerektiğini söylemek, vatandaşa hakaretle eş değerdedir.
Anadilinde şarkı söyleyeni öldürmek yargıya göre suç değildir: Öyle ki, eğlence programlarında anadilinden bir şarkı söylemenin, bir şarkı istemenin bile yargıya göre bir suç ve ayıp niteliğinde olmalı ki, bu neviden cinayet davaları bile genellikle cezasızlıkla sonuçlanıyor. Yıl 1992, yer İstanbul, Kürtçe şarkı söylediler diye, polis tarafından öldürülen Kemal Karatay ve Ali Haydar Alpdoğan davası: Yıl 2010, yer Ankara, Kürtçe şarkı istedi diye, polis tarafından öldürülen Emrah Gezer davası. Emrah Gezer'in davası devam etmekte, henüz yeni. Sonucunu tahmin edebiliriz. Açılım maçılım hesabı yapanlar, sırf anadilinden bir şarkı söyledi diye, İstanbul'da 1992 yılında polis tarafından öldürülen Kemal Karatay ve Ali Haydar Alpdoğan davasının akıbetinin ne olduğu konusunu merak ettiler mi? Anadilinden bir şarkı söylemenin, bir şarkı istemenin bedeli ölüm mü olmalıdır? Bunun dışında başkaca, suçsuz günahsız çocuklarımızın canına kıyan ve bu kıyımın cesaretini yargının cezasızlık utancı dediğimiz kararlarından alanlar pervasızca çocuklarımıza kıymaya devam etmiyorlar mı? Yargı, işkence, yargısız infaz gibi politik niteliği bulunan insan haklarının ağır ihlallerinde bulunan sorumlulara dokunduğuna şahit olmadık, hemen her gün kamuoyunun dikkatinden uzak, çoğu kere sıradan uyuşmazlıklarda bile, davalı Devlet veya onun memuruysa taraf tuttuğunu ve davaları cezasızlıkla sonuçlandırdığını görmekteyiz. Bir tarafında devletin bulunduğu ya da konu bakımından devletin ilgili olduğu varsayılan hak ihlalleri davalarında verilen kararların büyük bir kısmı, evrensel değerlerden uzak, insani değerlerden uzak, kendi içine kapanık, pısırık, korkak ve aynı zamanda devletçi anlayışın ürünü olduğu, dolayısıyla ulusal üstü insan hakları belgeleri karşısında ihlal ve utanç olduğu, biz biliyoruz da yargıçlarımız neden bilmiyor? -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürülen davaların büyük oranda 'ihlal' kararıyla sonuçlanması hukukçuları, hele karar verici hukukçuları derin derin düşündürdüğü söylemek olasımı dır? - Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne intikal etmiş, sözgelimi her 10 davanın 9'u ihlal kararıyla sonuçlanmışsa verdiği kararıyla buna sebep olan hakim, kendini sorgulaması gerekmez mi? -Dağıttığım adalet adalet değilmiş, demesi gerekmez mi? -Erdemli bir hakim ise, nerede hata yapıyorum, demesi gerekmez mi? -Ben maddi gerçeğe uygun olmayan ve masumu cezalandıran, suçluyu aklayan kararlar veriyormuşum; yargıç olarak bu süreçte benim sorumluluğum nerededir ve nedendir, demesi gerekmez mi? Bu tür davalara bakan yargıçların kendi gözlerine, kendi gözlerinin ta derinliklerine, hukukun evrensel ilkelerini düşünerek ve 'vicdan' denilen o derin kavramla bağlantı kurarak bakmaları lazım değil mi? Yukarıdaki soruların benzerlerini hem kendilerine hem de yapısal olarak kendi kurumları için sorabildiklerini de düşünmüyoruz, devletçi yargıç öyle düşünür mü? Dolayısıyla eğer suç değilse, kendi tarafımızdan; Hukukun üstünlüğü ilkesi yaşam bulmadan demokrasiyi inşa etmek ve yaşatmak mümkün değildir. Zira, insan hakları ve demokrasi hukukun üstünlüğü ilkesi doğrultusunda yön bulmadıkça, tıpkı hakimin hakime, Mahkemenin mahkemeye, savcının savcıya güvenmediği gibi biz de bunlara güvenmiyoruz. 26.03.2010
|
5584 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |